Evet, bu soruyu belki de zaman zaman kendimize ya da çevremizden birilerine yöneltmiş olma ihtimalimiz yüksek. Gelin bu sorunun cevabını birlikte bulalım. Öncelikle duygulanım ve duygudurum bu iki kavramı sizlere açıklamakla başlayalım. Duygulanım, kişinin acı, sevin, kızgınlık gibi duygular karşısındaki durumunu ifade ederken, duygulanım ‘’bir süredir nasıl hissediyorsun?’’ sorusuna verilen yanıtın kendisidir. Kişi bir duyguyu belirli bir süre boyunca baskın şekilde yaşamaktadır. Depresyonda üzgün, çökkün, isteksiz bir duygudurumu hakimdir. Anlık bir üzüntü değildir. Bazen yaşanan bir olaydan, bazen de nadir olarak sebepsiz yere ortaya çıkabilir.
Peki uzu süre kendimizi üzgün hissediyoruz diyelim, o zaman depresyona mı yakalandık. Cevap HAYIR! Üzgün, çökkün hissetmek majör depresyonun yalnızca bir belirtisidir. O zaman bu rahatsızlığın adını koyabilmek için başka belirtilerin de eşlik ediyor olması gerekiyor.
Major depresif bozukluk diyebilmemiz için;DSM-IV-TR ölçütlerine göre en az birisi depresif duygu durum olmak üzere aşağıdakil belirtilerden en az beşinin iki hafta süresince hemen her gün kişide var olması gerekmektedir:
• Depresif duygudurum
• İlgi Kaybı
• Uyku Bozukluğu
• İştah-kilo değişikliği
• Halsizlik-enerji kaybı
• Psikomotor retardasyon-ajitasyon
• Değersizlik-kararsızlık-suçluluk hisleri
• Dikkat toplamada güçlük-unutkanlık
• Ölüm ve intihar düşünceleri
Major depresif bozukluk; her dört kadından birinin, erkeklerde ise her on erkekten birinin sahip olduğu toplumda yüksek bir oranda görülen bir hastalıktır. Özellikle küçük yaşlarda ebeveyn kaybı yaşamış bireylerin diğer insanlara oranla dört kat daha fazla depresyona yakalandıkları tespit edilmiştir. Ayrıca evli kadınlarda ve bekar erkeklerde daha sık depresyon vakaları gözlemlenmiştir. Bu da evlilik faktörünün erkekler için koruyucu bir özelliği olduğunu göstermektedir. Olumsuz yaşam olayları, fazlaca uyarana maruz kalma, kişilik özellikleri, bilişsel faktörler, biyolojik faktörler depresyon hastalığını etkilemektedir. Özellikle travmatik olayların, kayıp, ayrılık ya da boşanmalar, iş değiştirme, emeklilik gibi yaşamsal olayların depresyonu tetiklediğini ifade edebiliriz.
Depresyon tedavisinde ilaçla birlikte psikoterapinin çok önemli bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Depresyonun yoğunluğuna göre tedavi şekilleri kişiden kişiye değişmektedir. Ağır depresif durumlarda hasta yatışıyla birlikte ilaç kullanımı ilk tercih edilmesi gereken tedavi yöntemiyken orta düzeyde depresyonlarda psikiyatrist tarafından uygulanacak ilaç tedavisinin akabinde uzman bir terapistin kişiyi terapiye almasıyla tedavi süreci başlamış olur. Hafif düzey depresyonlarda ilaç kullanmadan psikoterapi yöntemiyle hastalık tedavi edilebilir. Yine bazı hastaların ilacı tercih etmemesi durumunda terapiyle süreç ilerletilebilir.
Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi ekolü, depresyon tedavilerinde en sık kullanılan yöntemdir. Psikoterapi süresince hasta yavaş yavaş kendini depresyona sokan olayla ilgili olumsuz düşüncelerin hayatını ne ölçüde işgal ettiğinin farkına varır. Sıkıntılı olaylar hakkında tekrar tekrar düşünmeyle olaya yüklenen anlamların nasıl çarpıtıldığı, yaşamını işgal eden negatif düşüncelere karşı mesafe alma, isteksizlik ve eylemsizlik psikoterapinin önemli noktalarıdır. Terapiyle uyumu bozan bu düşüncelerin yerine daha sağlıklı bir algılayış, düşünce ve becerilerin kazanılması amaçlanmaktadır.